Soru Sor
Sorunu sor hemen cevaplansın.
Grup fenomeninin ilk analizleri, hepsi grup davranışlarının kişiler arası farklı olduğunu vurgulamıştır. LeBon’a göre, grup situasyonları düzenli sosyal adetlerin ve normların etkisini ortadan kaldırdığı için, grup üyelerinin davranışı daha içgüdüsel dürtülerle idare edilir hale gelmektedir. Freud, grup situasyonlarının öyle veya böyle bastırılan arzuların serbest kalışı ile sonuçlandığını ifade ettiğinde, benzer bir çizgide muhakeme yürütmüştür.
Bir grup içerisinde birey, tıpkı kendi başına davrandığı gibi davranır, ama sadece o kadar. Bir başka ifade ile; kişiler arası davranış ile gruplar arası davranış arasında nitelik değil sadece nicelik farkı vardır. Bu nicelik farkı da bireysel davranışın olağan belirleyicilerinin göreceli olarak gazla sayıda bireylerin varlığı sebebi ile daha fazla sayıda ve güçte var olmaları olgusuna atfedilir.
Grup, üyelerinin toplamından daha fazla olmayan bir şey olarak düşünüldüğünden, grup kavramı lüzumsuz hale gelir. İşbirliği veya gruplar arası çatışma gibi fenomenler kişiler arası çatışma veya işbirliğine benzer bir şekilde kavramsallaştırılır .
OTORİTERYEN KİŞİLİK teorisi bu çizgideki muhakemeye açık bir örnek oluşturmaktadır. Bu teoriye göre, etnosentrizm önyargı ve ayırımcılık gibi fenomenler kişilerce özel bir kişilik yapısı -söz gelimi otoriteryen kişilik- ile beraber sergilenecektir. Bu kişilik yapısı ilk bebeklik esnasında şekillenecektir. Sert ve tehdit edici çocuk yetiştirme uygulamaları çeşitli içgüdüsel ihtiyaç ve arzuların bastırılmasına yol açacaktır ve bu sosyalizasyon da bu eğiticilere karşı saldırgan ve isyankar duygulara yol açacaktır. Bu saldırgan duygu gerçek sebeplerine doğrudan gösterilemez. Bu sebeple, azınlık grubun üyeleri veya arzu edilmeyen veya aşağı seviyede görülen diğer bazı grupların üyeleri gibi alternatif hedefler üzerinden gösterilir. Saldırgan duyguların bu şekilde yer değiştirmesi, bu kişilerin, dış grup üyelerine karşı tavırlarını düşmanca biçimlendirirken, var olan otorite sistemine çok sadık kalmalarına izin verir.
Dar kafalı veya “DOGMATİK KİŞİLİK” adı verilen, bu tür bir kognitif tarza sahip kişiler önceden var olan kognitif şemalarına ve kendi inanç sistemlerinin doğruluğuna uymayan yeni bilgileri kabul etmede çok isteksiz olacaklardır. Bu kişiler değişik fikirli kişilere tepeden bakarken kendi görüşlerini paylaşanlara saygı duyarlar .
Otoriteryen kişilik yaklaşımı kadar dogmatik kişilik yaklaşımı da oldukça popüler hale gelmiş ve bugüne kadar bir çok araştırmaya esin kaynağı olmuştur.
Dünyanın her yerinde her toplumda, insan etkileşimleri belli arzuların artırılmasını bazen düzenleyen, bazen yasaklayan birçok norm ve adetlerle idare edilmektedir. Sonuç olarak, belli bir miktar engellenme, insan varlığının kaçınılmaz bir yanıdır. Engellenmenin saldırgan eğilimlere yol açtığı düşünüldüğünden, her toplumda üyeler özellikle sapanlara ve azınlık gruplarına karşı her zaman biraz saldırgan olacaktır. Önyargı ve ayrımcılık miktarındaki düzensiz değişiklikler, özel sosyal ve ekonomik şartlara bağlanarak açıklanıyordu. Şiddetli bir ekonomik gerileme döneminde, çok daha fazla sayıda insan kaygılı hale girecek ve engellenecektir, çünkü olağan yaşan standartları tehlikededir. Bu da önyargı ve ayrımcılığın miktarında bir artışa yol açacaktır. Ekonomik refah dönemlerinde hayat standardı yükselecek ve genellikle engellenme seviyesi azalacaktır. Bu dönemlerde, önyargı ve ayrımcılık daha düşük seviyelere inmelidir.
Berkowitz (1962) ve Bandura (1973) engellenmenin saldırganlığı kışkırtmak için ne gerekli ne de yeterli olduğu kararına varmışlardır. Çeşitli çalışmalar, saldırganlığın önceki engellenmeler olmaksızın da ortaya çıktığını, keza bir engellenme durumunun var olmasının da her zaman saldırgan tepkilere yol açmadığını göstermiştir.
GÖRECELİ YOKSUNLUK TEORİSİ olarak bilinen, teorinin bu tadil edilmiş hali, engellenme duygularının yoksunluğunun nesnel bir durumu ile o kadar da güçlü bir şekilde belirlenmediğini hepsinin üzerinde fiili ortam ile belirlendiğini kabul eder. Dolayısıyla insanlar, nesnel bir gözlemci, ihtiyaçları olmadığı kararına varsa da, beklentilerinin tam karşılanmadığı fiili ortamlarda kuvvetli bir yoksunluk ve engellenme duygusu taşıyabilirler. Söz gelimi, hükümet ekonomik krizden dolayı en üst seviyedeki maaşların ve emekli maaşlarının biraz düşürülmesi kararına vardığında, bu gruba giren insanlar, gelirleri oldukça rahat bir hayatı sürdürecek yeterli bir yükseklikte kalmasına rağmen, beklediklerinden daha azını alacaklarından, kuvvetli bir yoksunluk ve engellenme duygusu yaşayabilirler.
Gruplar arası ilişkilerin kişisel faktörlerden ziyade, genellikle paylaşılan sosyal normlarca belirlendiği de gözlenmiştir. Bütün bu öğeler, gruplar arası fenomenlerin, dahil olan gruplar arasında var olan ilişki tipleri ile ilişkilendirilerek çalışılması gerektiği kararına yol açmıştır. Daha özelde, gruplar arası davranışın, esas olarak bu grupların hedefleri arasında var olan ilişki tarafından belirlendiği düşünülmektedir. Bu hedef ilişkilerinin grup üyelerinin davranışı üzerinde her bir üyenin özellikle üzerinden açıklanamayacak bir etkisi vardır.
Tarih: 2016-03-02 01:56:31 Kategori: Sözlük
Soru Tarat
Kitaptan sorunu tarat hemen cevaplansın.
Sorunu sor hemen cevaplansın.
Grup Fenomenine Bireysel Yaklaşımlar Nedir
Bir grup içerisinde birey, tıpkı kendi başına davrandığı gibi davranır, ama sadece o kadar. Bir başka ifade ile; kişiler arası davranış ile gruplar arası davranış arasında nitelik değil sadece nicelik farkı vardır. Bu nicelik farkı da bireysel davranışın olağan belirleyicilerinin göreceli olarak gazla sayıda bireylerin varlığı sebebi ile daha fazla sayıda ve güçte var olmaları olgusuna atfedilir.
Grup, üyelerinin toplamından daha fazla olmayan bir şey olarak düşünüldüğünden, grup kavramı lüzumsuz hale gelir. İşbirliği veya gruplar arası çatışma gibi fenomenler kişiler arası çatışma veya işbirliğine benzer bir şekilde kavramsallaştırılır .
OTORİTERYEN KİŞİLİK teorisi bu çizgideki muhakemeye açık bir örnek oluşturmaktadır. Bu teoriye göre, etnosentrizm önyargı ve ayırımcılık gibi fenomenler kişilerce özel bir kişilik yapısı -söz gelimi otoriteryen kişilik- ile beraber sergilenecektir. Bu kişilik yapısı ilk bebeklik esnasında şekillenecektir. Sert ve tehdit edici çocuk yetiştirme uygulamaları çeşitli içgüdüsel ihtiyaç ve arzuların bastırılmasına yol açacaktır ve bu sosyalizasyon da bu eğiticilere karşı saldırgan ve isyankar duygulara yol açacaktır. Bu saldırgan duygu gerçek sebeplerine doğrudan gösterilemez. Bu sebeple, azınlık grubun üyeleri veya arzu edilmeyen veya aşağı seviyede görülen diğer bazı grupların üyeleri gibi alternatif hedefler üzerinden gösterilir. Saldırgan duyguların bu şekilde yer değiştirmesi, bu kişilerin, dış grup üyelerine karşı tavırlarını düşmanca biçimlendirirken, var olan otorite sistemine çok sadık kalmalarına izin verir.
Dar kafalı veya “DOGMATİK KİŞİLİK” adı verilen, bu tür bir kognitif tarza sahip kişiler önceden var olan kognitif şemalarına ve kendi inanç sistemlerinin doğruluğuna uymayan yeni bilgileri kabul etmede çok isteksiz olacaklardır. Bu kişiler değişik fikirli kişilere tepeden bakarken kendi görüşlerini paylaşanlara saygı duyarlar .
Otoriteryen kişilik yaklaşımı kadar dogmatik kişilik yaklaşımı da oldukça popüler hale gelmiş ve bugüne kadar bir çok araştırmaya esin kaynağı olmuştur.
Dünyanın her yerinde her toplumda, insan etkileşimleri belli arzuların artırılmasını bazen düzenleyen, bazen yasaklayan birçok norm ve adetlerle idare edilmektedir. Sonuç olarak, belli bir miktar engellenme, insan varlığının kaçınılmaz bir yanıdır. Engellenmenin saldırgan eğilimlere yol açtığı düşünüldüğünden, her toplumda üyeler özellikle sapanlara ve azınlık gruplarına karşı her zaman biraz saldırgan olacaktır. Önyargı ve ayrımcılık miktarındaki düzensiz değişiklikler, özel sosyal ve ekonomik şartlara bağlanarak açıklanıyordu. Şiddetli bir ekonomik gerileme döneminde, çok daha fazla sayıda insan kaygılı hale girecek ve engellenecektir, çünkü olağan yaşan standartları tehlikededir. Bu da önyargı ve ayrımcılığın miktarında bir artışa yol açacaktır. Ekonomik refah dönemlerinde hayat standardı yükselecek ve genellikle engellenme seviyesi azalacaktır. Bu dönemlerde, önyargı ve ayrımcılık daha düşük seviyelere inmelidir.
Berkowitz (1962) ve Bandura (1973) engellenmenin saldırganlığı kışkırtmak için ne gerekli ne de yeterli olduğu kararına varmışlardır. Çeşitli çalışmalar, saldırganlığın önceki engellenmeler olmaksızın da ortaya çıktığını, keza bir engellenme durumunun var olmasının da her zaman saldırgan tepkilere yol açmadığını göstermiştir.
GÖRECELİ YOKSUNLUK TEORİSİ olarak bilinen, teorinin bu tadil edilmiş hali, engellenme duygularının yoksunluğunun nesnel bir durumu ile o kadar da güçlü bir şekilde belirlenmediğini hepsinin üzerinde fiili ortam ile belirlendiğini kabul eder. Dolayısıyla insanlar, nesnel bir gözlemci, ihtiyaçları olmadığı kararına varsa da, beklentilerinin tam karşılanmadığı fiili ortamlarda kuvvetli bir yoksunluk ve engellenme duygusu taşıyabilirler. Söz gelimi, hükümet ekonomik krizden dolayı en üst seviyedeki maaşların ve emekli maaşlarının biraz düşürülmesi kararına vardığında, bu gruba giren insanlar, gelirleri oldukça rahat bir hayatı sürdürecek yeterli bir yükseklikte kalmasına rağmen, beklediklerinden daha azını alacaklarından, kuvvetli bir yoksunluk ve engellenme duygusu yaşayabilirler.
Gruplar arası ilişkilerin kişisel faktörlerden ziyade, genellikle paylaşılan sosyal normlarca belirlendiği de gözlenmiştir. Bütün bu öğeler, gruplar arası fenomenlerin, dahil olan gruplar arasında var olan ilişki tipleri ile ilişkilendirilerek çalışılması gerektiği kararına yol açmıştır. Daha özelde, gruplar arası davranışın, esas olarak bu grupların hedefleri arasında var olan ilişki tarafından belirlendiği düşünülmektedir. Bu hedef ilişkilerinin grup üyelerinin davranışı üzerinde her bir üyenin özellikle üzerinden açıklanamayacak bir etkisi vardır.
Tarih: 2016-03-02 01:56:31 Kategori: Sözlük
Kitaptan sorunu tarat hemen cevaplansın.
Yorum Yapx